20 Ocak 2009 Salı

KAYIP TRİLYON TAKINTISI

Anayasa Mahkemesi, CHP tarafından Siyasi Partiler Yasasına (SPY) aykırı kullanıldığı saptanan 980 bin 527 YTLlik meblağın Hazineye geri ödenmesine hükmetti. 2004 yılında bir televizyon kanalına sözleşmeye uygun olmamak suretiyle ödenen 50 bin YTLnin de Hazineye devrine karar verildi. Hatırlanırsa Refah Partisince usulsüz harcandığı iddia edilen miktar da CHPninkine eşitti.

Anayasa Mahkemesi, CHPnin 1998 yılına ait kesin hesap incelemesinde, posta işletmesi alındıları üzerinde yapılan tahrifat yoluyla gider gösterilen 35 milyar 386 milyon 533 bin 328 lira tutarındaki parti mal varlığının Hazineye gelir kaydedilmesine ve sorumlular hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi. Anayasa Mahkemesinin, CHPnin 1998, 2004, 2005 ve 2006 yıllarına ait mali denetim kararları Resmi Gazetede yayımlanıp sonuçları gösterildi.

2820 sayılı Yasanın 70. maddesinde; Bir siyasi partinin bütün giderleri, o siyasi parti tüzel kişiliği adına yapılır hükmünün yer aldığı anımsatılan kararda, 21 Aralık 1998 tarih ve 527 numaralı yevmiye ile Erdem Elektronik Ltd. Şirketine, bir açıklama yapılmaksızın ve gerekçe gösterilmeksizin fatura aslı yerine, ilgili firma tarafından onaylanmamış fotokopisine dayanılarak 1 milyar 648 milyon 985 bin lira ödeme yapıldığının görüldüğü kaydedildi. 2820 sayılı Yasanın 70. maddesinde beş bin liraya kadar olan harcamaların makbuz veya fatura gibi bir belge ile tevsik edilmesi zorunlu olmadığı belirtildiğinden bu miktarı aşan harcamaların makbuz veya fatura gibi geçerli bir kanıtlayıcı belgeye dayanması gerektiği anımsatılan kararda, bu nedenle, bir gerekçe olmaksızın fatura fotokopisine dayanılarak kaydedilen giderin, Kanunun öngördüğü anlamda belgeye dayandırılmış olduğunun kabul edilmediği bildirildi. Kararda, seyahat harcamalarından parti adına yapıldığını gösteren bilgi ve belge bulunmayan 147 milyon 100 bin liralık kısmının, parti amaçlarına uygun ve parti tüzel kişiliği adına yapılmış bir harcama olarak kabul edilmediği belirtildi.

Parti görevlilerinin yurt dışı seyahatleri sırasında yaptıkları bahşiş ödemelerinin gider yazıldığının görüldüğü ifade edilen kararda, "bu ödemeler belgesizdir" denilerek gider makbuzları ile yapılmış ve gider makbuzlarını da ödeme yapılan kişilerin değil seyahati yapan Parti görevlilerinin imzaladığına dikkat çekilmişti. Almanya, Hollanda, İtalya ve Belçika seyahatlerinde verilen 35 milyon 349 bin 800 lira tutarındaki bahşişin gider yazılamayacağı ifade edildi.

Telgraf alındıları üzerinde tahrifat yapılıyordu

Parti hesabına gider kaydedilen telgraf ücretlerine ait telgraf alındıları üzerinde tahrifat yapılarak, çekilen telgraflar karşılığı ödenmesi gereken tutardan daha fazla gider kaydedildiğinin görüldüğü belirtilen kararda, Posta İşletmeleri Genel Müdürlüğünden alınan belgelere göre, tahrifat yoluyla arttırılmış tutarların gider yazıldığı ve bunun sonucunda toplam 33 milyar 456 milyon 120 bin liranın alınan hizmet karşılığı olmaksızın gerçek dışı gider kaydedildiğinin anlaşıldığına işaret edildi. Yüksek Mahkeme, 2820 sayılı Yasanın 70. maddesine uygun olarak yapılmayan toplam 35 milyar 386 milyon 533 bin 328 lira gider karşılığı parti mal varlığının Hazineye gelir kaydedilmesine karar verdi. Mahkeme, resmi belge niteliğindeki Posta İşletmesi alındıları üzerinde tahrifat yaparak Partiyi zarara uğratan sorumlular hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulması gerektiği sonucuna da erişti.

Sonuç: Eğer yargı bağımsızlığı ve adaleti varsa, eğer hukuk devleti varsa;

  • Ya CHP de aynı şekilde ve aynı mahkemelerce yargılanıp kapatılacak ve Deniz Baykal hapsi boylayacak...
  • Veya Erbakan Hocada, CHPye uygulanacak prosedüre tabi tutulup, bu haksız ve dayanaksız mahkumiyetten kurtulup aklanacak!.

İlhan Selçuk gibi sahte sosyalist ve Kemalist, ama gerçekte sabataist ve mason olup, MOSSAD ve CIA destekli Ergenekon çetesinin zanlısı olan zavallıların ve Fatih Altaylı gibi zırvacıların, "Kayıp trilyon teranesi" bahanesiyle Erbakana sataşmaları, sadece Hocanın şerefini artırır ve hangi şeytani kesimlerin çıbanlarını deştiğinin ispatıdır. Bu aynı zamanda Refah-Yol döneminde sömürü hortumları kesilen kesimlerin bir intikam hırsıdır.

ABDden yazan Zülkarneyn Vardar, bozulmamış vicdanlara tercümanlık ediyordu:

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, bu yazıyı Sayın Erbakanı korumak veya savunmak için kaleme almıyorum. Zaten Sayın Erbakanın da buna ihtiyacı yoktur. Ama ben yapılan haksızlık ve adaletsizliklere -kime yapılırsa yapılsın- ses çıkarmaya ve elimden geldiğince gündeme taşımaya kendimi zorunlu hissediyorum.

Bunun için; zulüm ve haksızlığa nereden gelirse gelsin karşı çıkmayı, mağdurlara -imkânlarımız dahilinde- yardımcı olmayı, boynumuzun borcu biliyorum!

Şimdi buyurun yazımıza!

Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül, Sayın Erbakanın haksız yere çekmekte olduğu ev hapsi cezasına son vererek, Sayın Erbakanın maruz kaldığı büyük adaletsizliğin küçük bir kısmına dur demiştir!

Tabi-i ki Sayın Cumhurbaşkanına teşekkür ediyoruz, ama bu yapılan, yapılması gerekenler için bir ilk adım kabul edilmelidir!

Çünkü:

Sayın Erbakan af edilmemiştir, çünkü o böyle bir suç işlememiştir, sadece kendisine yapılan haksızlığın bir kısmı şimdilik önlenip giderilmiştir.

Bazı gazetelere yansıdığı biçimde sayın Erbakanın cezası af edilmemiştir! Erbakan böyle bir suç işlememiştir ki, cezası af yoluna gidilsin. Ama maalesef pek çok gazete olayı Cumhurbaşkanının affı olarak lanse etmişlerdir! Bunları yazıp çizmek, söylemek zımnen Sayın Erbakanı suçlu gösterme gayretidir. Yani hasta ve ihtiyar olmasa cezasını çeksin! Anlamında yazılıp çizilmektedir. Yahu ne cezası? Ne suçu? Onun için Sayın Cumhurbaşkanının yapmış olduğu hareketi bir af olarak görülmemelidir. Sadece, Sayın Erbakana yapılan haksızlığın küçük bir bölümüne dur denmiştir. "Yapılan büyük haksızlığın, küçük bir bölümü" diyorum, çünkü yapılması gereken daha çok şey vardır ve adalet tecelli edecektir.

Sayın Cumhurbaşkanının bu yaptığı bir vefa da değildir! Ve hele AKPlilerin sözlüğünden vefa kelimesi zaten silinmiştir.

Bazıları Sayın Gülün bu davranışını "Erbakan Hocaya karşı bir vefa borcu ödemesi" şeklinde takdim etmektedir.

Oysa:

a) Yapılan bir haksızlığa dur demek vefa değil, mecburi bir insanlık görevidir.

b) Eğer bunu bir af olarak değerlendirecekseniz: eski Cumhurbaşkanı Sayın Sezer de Erbakanın cezasını af edebileceğini söylediği halde, Hoca bunu kabul etmemiştir. Daha önceki Cumhurbaşkanının yapmak istediği bir işi, şimdiki Cumhurbaşkanı yapınca nasıl "vefa"ya dönüşmektedir?

Kaldı ki, bir vefa söz konusuysa, o vefanın şerefi Erbakan Hocaya aittir. Çünkü Sayın Sezerin teklifini kabul etmeyip, Sayın Gülün teklifini kabul etmekle, kendisine iltifat etmiştir! Hem de bu iltifat, İlahi intikamı çabuklaştıracak cinstendir.

c) Şimdi Erbakan Hoca için yapılması gereken en önemli vicdani görev: sürülen bu kara lekeyi, onu sürenlerin bir an önce temizlemeleridir! Bu bir iade-i itibar olacaktır! Yanlış anlaşılmasın, bu iade-i itibar Erbakan Hoca için değil, o lekeleri Ona sürenler için lazımdır. Çünkü Erbakanın itibarı hiç sarsılmamıştır! Ama Ona o iftirayı atanlar, o çamuru fırlatanlar yanlış yapmıştır. İşte o hatalarından dönmekle kendi itibarlarını kazanacaklardır! Yoksa Sayın Erbakanın şerefli itibarı ortadadır ve o iftiralarla, yalan yaftalarla bozulmayacak kadar sağlamdır. Tıpkı altın gibi. Altını çamura da atsanız, ona çamur da fırlatsanız altın, yine altındır.. Ama altını çamura atanlar, altına çamur fırlatanlar, onlar altının değerini, bilmediklerine pişman olacaktır. Ve onlar, -ellerinde ki nimetin kıymetini bilmeyenler- hakkın ve halkın gözünde değerleri sorgulananlardır! Onlar için tek kurtuluş; altına gereken değeri verip, çamurunu silip yıkamaktır. O zaman kendileri de değer bilen kadirşinas insanların sınıfına katılacaktır. Yoksa Erbakan Hoca vicdanen de, ruhen de oldukça rahattır. Çünkü O, hayat boyu Hakkın hakimiyeti ve halkın saadeti için çırpınmış tek başına tüm şer odaklarına inançla ve inatla savaş açmış; ve umuyoruz, büyük zafer sabahına da oldukça yaklaşmıştır!10[1]

Türkiyemizi en az elli yıl geri götüren; ülkemizi ABD, AB ve İsraile mahkûm hale getiren ve şu AKP denen talihsizliği başımıza bela eden, 28 Şubatın çok çevik paşalarından pek cıvık maşalarına, marazlı medya patronlarından, ılımlı İslamcı münafıklarına ve bütün bunların ve konjonktürel baskıların altında hukuk kurallarını ve temel insan haklarını bırakıp, vicdanının değil cüzdanının sesine kulak asanlara kadar, pek çok kesimin ve kimsenin böyle bir iade-i itibara ihtiyacı vardır.

Kahpeleri Kahraman Gösterenler, Fatih Altaylıdan ve Bugün Gazetesi "Erbakan: Nerde Kalmıştık?" Yazarı Cemal Uşşak İsimli İktidar Uşağından Daha Bayağı Duruma Düşüyordu

Bu arada, Erbakan Hocanın:

"AKPliler Milli Görüş Çizgisindedir ve Erbakan Hocayla irtibat halindedir diyenler, beni onların günahına ortak etmektedir."

"AKPliler, hidayetleri kararmış kimselerdir."

"Bunların sadece kendileri değil, hatta yedi sülalesi ömür boyu alınlarını secdeden kaldırmasa bile, şu Irakta ortak oldukları cinayetlerin kefaretini ödemeye yetmeyecektir."

"AKP, ülkemizdeki ve bölgemizdeki sorunların, her türlü haksız ve yanlışlıkların çaresi değil, tam aksine sebebi ve gübresidir."

"Bunlar Bizansın çocuklarıdır" ifadesini biraz ağır bulanlara:

"Hayır onlar için bu bile hafiftir. Aslında Siyonist Yahudilerin hizmetçileri demek daha yerindedir!" anlamındaki kanaat ve tespitlerini, hem de yüz binlerin katıldığı mitinglerde söylemişken ve bunların onlarca örneğini göstermek mümkünken...

Haksız ve dayanaksız ev hapsinin cumhurbaşkanınca kaldırılması münasebetiyle yöneltilen;

"Sizi affedenleri siz de affedecek misiniz?" Sorusu üzerine:

"Onlar her zaman bizim kardeşlerimiz, talebelerimiz, evlatlarımızdır!" şeklindeki yanıtını kendilerine delil gösterip;

"Bak biz haklıymışız. AKP Milli Görüşün devamıdır ve Hocanın kontrolündedir. AKPliler haklı ve hayırlı yoldadır" demeye getiren zavallı zırvacılara sormak lazım.

Peki, yukarıda sıraladığımız sözleri Erbakan Hoca, hem kendi camiasını, hem bütün halkımızı aldatmak için, haşa yanlış mı söylemişti?

Bunlar; ev hapsinin kaldırılmasıyla ilgili, "Onlar her zaman bizim kardeşlerimiz, talebelerimiz, evlatlarımızdır" yanıtının, "Kapıldıkları yanlışlıklardan ve Siyonist uşaklığından vazgeçmelerini, tekrar Hakka ve hayra yönelmelerini temenni ve dua ederiz" anlamında ve kötü kasıtlı soruları savma kapsamında genel bir nezaket ifadesi olduğunu anlamayacak kadar feraset fakirimiydi?

Yoksa "Hain haini sever" cinsinden fıtri bir tarafgirlik miydi?

Madem öyle ise, şu ikiyüzlülüğü bırakıp, mertçe AKPli olduklarını söylemekten niye çekinilmekteydi?

Ve kendilerinin Recep Tayyip hayranı ve koyu AKP taraftarı olduklarını söyleyenlere niye hücum edilmekteydi?

Ve hele, Hocayı affedilecek konumda göstermek ve AKPlilerin akrepliğini büyük bir fazilet gibi sunup sevinmek...

Yedi yıldır; "Partilerin hesapları Anayasa mahkemesince denetlenir" diyen yasaya, yanlış yorumlanmasının önünü kapatmak ve Erbakan Hocaya verilen cezayı yok hükmüne sokmak üzere: "Kapatılsa dahi..." şeklinde iki kelimeyi özellikle ve kahpelikle koymayanları kahraman ilan etmek...

Üstelik, "evrakta sahtecilikle zimmetine para geçirme suçlaması, siyaset yapma yasağı ve oturduğu eve kadar her şeyin hacizli tutulması" gibi izzetine aykırı eziyetler hala sürerken; güya bunların Hocayı affettiklerini söyleyip sahiplenmek, nasıl bir ruh sefaletiydi!?.

Ey, Ulusal kanalda birkaç programa katılıp gerçekleri konuştuk diye, hala bizi Ergenekonla ilişkilendirmek isteyen kahbecikler!...

İşçi Partisi Genel Başkan yardımcısı Mehmet Bedri Gültekin, yıllarca sizin sürekli yazarınız değilmiydi?

"Recebi kahraman, gören ayarsız

Hıyanet, zillete; zulme duyarsız

Ey fasıka yandaş, mümine arsız

Zanna değil, biz Fermana bağlıyız!.

Kelam-ı Kadimsiz, kemal olur mu?

Kahbede onurlu, cemal olur mu?

Su-i misal, asla; emsal olur mu?

Hiç şaşmayan, bir mizana bağlıyız!




http://www.necmettinerbakan.org/sorucevap2.asp?id=109

5 yorum:

  1. Minareye kilic uydurmaya calismissinda olmamis

    YanıtlaSil
  2. Minareye kilic uydurmaya calismissinda olmamis

    YanıtlaSil